Şehirlerin Kalbi Sivil Toplum
Şehir dediğimiz şey, aslında yan yana dizilmiş binalardan çok daha fazlasıdır. Bir şehri şehir yapan; orada yaşayan insanların vicdanı, merhameti, dayanışması ve birbirine uzattığı eldir. Bu yüzden sivil toplumun olduğu yerde şehir büyür; sadece nüfus olarak değil, ruh olarak da büyür.
Bugün gönüllülükle yaptığımız her çalışma; bir çocuğun yüzündeki gülümsemeden, bir yaşlının duasına kadar her dokunuş, aslında “biz bir aradayız” demenin en nezih hâlidir. Sivil toplum, devletin ulaşamadığı yere gönlün sıcaklığını götürür. Bu yüzden yaptığımız her iş, bir tabeladan ya da bir fotoğraftan ibaret değildir; aksine bir şehrin hafızasında yer bırakan küçük iyilik tuğlalarıdır.
Ama bütün bunların bir geçmişi var.
Biz bu topraklarda iyiliği yeni öğrenmedik; iyiliğin bereketi bize Osmanlı’nın vakıf medeniyetinden miras kaldı. Öyle ki, Osmanlı’da vakıflar sadece bir kurumsal yapı değildi; toplumun nefesi, ruhu ve vicdanıydı. Yolda kalan yolcudan, kimsesiz çocuklara; dar gelirli ailelere yardım eden aşevlerinden, hayvanlara su veren sebillere kadar hayatın her alanında vakıf eli vardı.
Hatta bir kuşun kanadının kırılmasını bile dert eden bir anlayışın mirasçılarıyız biz…
Köpeklerin kışın üşümemesi için kurulan vakıflar, yaralı leylekleri tedavi eden "Gurabahâne-i Laklakân" bile bu medeniyetin ince ruhunu gösterir. Çünkü Osmanlı’da iyilik, gösteriş için değil; kul hakkına saygı için yapılırdı.
Bugün biz sivil toplumda attığımız her adımda aslında o vakıf kültürünün devamı niteliğinde işler yapıyoruz. Gönüllülerimizin çabası, her etkinlikte ortaya koyduğu emek; bu kadim kültürün günümüzdeki yansımasıdır. Birlikte bir fidan diktiğimizde de, bir projeye omuz verdiğimizde de aslında vakıf kültürünün modern bir sayfasını yazıyoruz.
Ve belki de en güzel tarafı şu:
Bu şehirde ne kadar iyilik çoğalırsa, kötülük o kadar azalıyor.
Ne kadar gönüllü çoğalırsa, umut da o kadar büyüyor.
Sivil toplum, işte bu yüzden bir şehrin görünmeyen kalbidir.
Biz hep birlikte o kalbi canlı tutuyoruz.











