VEFA NEREDE YAŞAR?
Unutulan değil, hatırlanan değerler yaşar.
Bazı kelimeler vardır; sanki eski zamanlara aittir, artık kullanılmaz sanılır. Ama onlar, hâlâ içimizde bir yerlerde yaşar. Vefa da işte böyle bir kelimedir. Yalnızca bir semtin adı değil; bir insanlık ölçüsüdür. Hatırlayanın, unutmayanın, gönül bağına sadık olanın adıdır.
Eskiden insanlar, bir fincan kahvenin kırk yıl hatırını yüreğinde taşırdı. Mahallede bir komşunun selamı, bir dostun vedası kolay kolay unutulmazdı. Kimse, kendisine iyilik yapanı yarı yolda bırakmazdı. Vefa, insanı insan yapan en önemli hasletlerden biriydi.
Zamanla çok şey değişti. Hayat hızlandı, ilişkiler yüzeyselleşti. Artık insanlar birbirini aramak için bile bahaneye ihtiyaç duyuyor. Bir mesaj, bir selam bile çok görülür oldu. Oysa vefa, en çok da hatırlamakla yaşar. Yıllar geçse de kalpteki yeri silinmeyenlerdedir vefa.
Tarihten bir örnekle anlatmak gerekirse… Hz. Ebubekir’in Peygamber Efendimiz’e olan vefası dillere destandır. Sevr Mağarası’nda, hicret gecesinde, ölümle burun burunayken bile kendini değil, dostunu düşünmüştür. “Ya Resûlallah, sana bir zarar gelirse ben ne yaparım?” demiştir. İşte bu cümlede gizlidir gerçek vefa. Korkudan değil, sevgiden siper olmaktır.
Bugün belki bizler bir Sevr Mağarası’nda değiliz ama hayatın içinde nice sınavlardan geçiyoruz. Dostlarımız, ailemiz, öğretmenimiz, eski bir komşumuz... Kim bize ne yaptıysa değil, biz neyi unutmuyoruz, önemli olan bu.
Vefa hâlâ yaşıyor. Bir annenin sabırla bekleyişinde, bir öğrencinin hocasına ettiği şükranda, bir gencin yıllar sonra bile arayıp hal hatır sormasında… Hâlâ yaşıyor ve yaşatılmayı bekliyor.
Şimdi kendimize soralım:
Kimin vefasını taşıyoruz?
Ve kim bizim vefamıza güvenebiliyor?