Kudüs: Üç Din, Bir Mücadele
Kudüs… Tarihin derinliklerinden günümüze uzanan, üç semavi dinin kalbi, insanlığın vicdanı… Bu şehir sadece bir toprak parçası değil; içinde barındırdığı hikâyeler, mücadeleler ve umutlarla yaşayan bir efsanedir.
Osmanlı’nın Kudüs’e bakışı, egemenlikten çok emanetti. 1517’de Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferiyle Osmanlı topraklarına katılan Kudüs, dört asır boyunca farklı inançlardan insanların bir arada yaşadığı, adalet ve hoşgörünün hüküm sürdüğü bir şehir oldu. Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler kendi ibadetlerini özgürce yaparken, bu topraklar “kimsenin değil, herkesin şehri” olarak idare edildi.
Ancak 20. yüzyılın başında Osmanlı’nın Kudüs’ten çekilmesiyle başlayan dönem, bölgenin karanlık tarihinin fitilini ateşledi. İngiliz mandası, Siyonist hareketin yükselişi ve İsrail’in kurulmasıyla birlikte Kudüs, özgürlükten uzaklaştı. Mescid-i Aksa zincirlerle kuşatıldı, Filistin halkı evlerinden sürüldü, çocuklar zulümle tanıştı.
Bugün Kudüs sadece tarih değil, direniş ve sabır demek. Bize şunu fısıldıyor:
“Kudüs düşerse Mekke titrer, Medine susar, İstanbul ağlar.”
Kudüs, sadece Filistinlilerin değil, bütün ümmetin sınavıdır. Unutan mahcup olur, hatırlayan sorumlu.
Biz Kudüs’ü ne kadar sahiplendiysek, imanımızı da o kadar sahiplendik.
Kudüs, sadece bir şehir değil; ümmetin aynasıdır. Ona nasıl bakıyorsak, kendimizi de öyle görüyoruz.
Bir sonraki hafta görüşmek dileğiyle...